Closer: "Merhaba, yabancı!"

 İnsan doğasının dengesizliği, arzu, aşk, sadakat, gerçekler, yalanlar, (çok beylik ve klişe olacak ama olsun artık) hayatın içinde, hayatın bir parçası olarak aktarılıyor. Kareleri, çekimleri, sert diyalogları, oyunculukları, müzik kullanımı teknik açıdan da muazzam kılıyor filmi. Mike Nichols ve Patrick Marber çok insancıl, trajik ve gerçek bir hikayeyi anlatmış.


 Oyunculuklar harikaydı. Hepsi birbirinden iyi performanslar sergilemişler. Natalie Portman bile hiç sırıtmamış hatta diğerlerinden altta kalır yanı yok. Kin, acı, aşk, öfke gibi kavramları yalnızca bu dört karakterin gelişimleri üzerinden incelediği için oyunculara ve karakter yazımına çok iş düşüyordu. Ve oyuncular gayet iyi kalkmış bu yükün altından.
 Karakter yazımına gelince, çok iyi yaratılmış, gelişimleri çok iyi kurgulanmıştı karakterlerin. Aşkları film boyunca nefrete, öfkeye ve daha başka duygulara dönüşüyor. Sadakatleri, dürüstlükleri sürekli çalkantı içinde. Kim olduklarını, neye inanacaklarını, kime güveneceklerini bilmiyorlar. Böyle bir ruh hali içinde, aşkla, sadakatsizlikle boğuşuyorlar. Gerçekleri hemen yalana dönüşüyor. Aşkı bir kavga olarak gördükleri için hiç kazanamıyorlar.


 Koşulsuz sevginin ağırlığı, zorluğu karakterlere çok fazla geliyor. Çünkü hepsi zayıf karakterler aslında. Bu onları insancıl yapıyor bir yerde. Ama öbür yandan, insanlık dışı olan, vahşi yönleri de açıkça, hazin bir şekilde gösteriliyor. Kendilerini kabullenmeyişleri bu yüzden belki de: İnsanlıklarını kabullenemiyorlar. Sürekli söyledikleri ama içi boşalmış "seni seviyorum" cümlesi de, sanki kendilerini, sevebildiklerine ikna etmeye çalışıyorlar gibi.
 Gösteremedikleri, dokunamadıkları bir aşkları var ama o kadar çok yalan var ki aşklarına bulaşan, belki aşk bile bir yalana dönüşüyor. Filmin temel sorusu da bu galiba. Gerçekler ve doğruların arasındaki çizgi bulanıklaştıkça, aşk ve nefret; ilişki ve savaş arasındaki çizgide bulanıklaşıyor olabilir mi? Film böyle belirsiz çizgilerin üzerinde yürüyor, hatta üzerinde yürüdüğü çizgilerin varlığını sorguluyor bir noktada.


 "Doğrular olmadan birer hayvanız," diyorlar ama doğru olanla, gerçeklerle yüzleştikçe insanlıktan ne denli uzak olduklarıyla da yüzleşiyorlar. Alice kimliğiyle, Anna hırsı ve tutkusuyla, Larry egosuyla, Dan ise aşk ve sadakat algısıyla yüzleşmek zorunda kalıyorlar. En zararlı çıkan Dan gibi gözükse de, Larry ve Anna da o kadar iyi durumda değiller. Hatta Dan ile aynı yalnızlık seviyesindeler bence. Özgürlüğünü kazanan Alice ise buruk bir tebessüm bırakıyor kişisel yolculuğundaki bu zaferiyle.


 Senaryosu, renk kullanımı, oyunculukları, çekimleri tam anlamıyla profesyonel bir şekilde başarılmış. Kesinlikle herkes tarafından izlenmesi gereken ama hak ettiği değeri göremeyen bir film olduğunu düşünüyorum.

Yorumlar