Dolor y Gloria: Sogno, Rüya!

 Almodovar alamet-i farikalarını, tarzını, sinema anlayışını, değindiği temaları çok seviyorum. Yine harika bir film. Ama diğer filmlerine göre daha az beğendiğim bir filmi ne yazık ki.

 Acıyı zafere dönüştürebilme, tutkuyu, esere dönüştürebilme üzerine öyle kişisel şeyler söylüyor ki film... Her Almodovar filmi gibi bunun üstüne de ne dense boş. Çünkü öyle soyut konuları işleyip, bu konuları öyle bireysel yönlerden ele alıyor ki! Fakat bu kişisel çıkarımlarının aynı zamanda evrensel bir yanı da var. İşte tam olarak burada onun sırrını çözemiyorum. Nasıl bu kadar kişisel hikayeler anlatıp bu kadar büyük bir kitlenin hislerine tercüman olabilir?
 Kendi acılarını yazan bir sinemacı Almodovar. Kendi acılarını, dertlerini, kafasını irdeleyen sorunları sinemayla çözüyor. Sinema onun için sanki çözüme giden bir araç. O da bilmiyor cevabı. Bizimle birlikte öğreniyor. Sinema kurtarıyor onu. Bizi... Dertlerimizden, aklımızı kurcalayan problemlerden. Acımız, sinemanın zaferiyle sonlanıyor.
 Not: Bu iki paragrafta çok yoğun duygular içinde çok fazla düşünce boca etmişim ve pek bir şey anlaşılmıyor, farkındayım. Ama belki anlayan biri olur diye silmiyorum. Merak etmeyin sonraki paragraflarda düzelecek.


 Suyun içinde, kendisini tamamen bırakmış bir adam görüyoruz. Bir yara izi taşıyor vücudunda. Yaşadığı onlarca yılın bıraktığı bir iz. Yeniden doğmayı, bir zafer kazanmayı bekliyor belki bu adam. Yara izini bir onur madalyası gibi taşıyarak, kazanacak zaferini. Sonra sudan çıkıyor. Yüzünde bir şaşkınlık ve korku ifadesi. Kendi korkusuna anlam veremiyor gibi.
 Pedro Almodovar böylesine cesurca bir hamle yaptığı için bile takdire şayan. Kendi tükenmişliğini böylesine çıplak bir şekilde kameraya yansıtabilmek muazzam bir başarı. Kendi bağımlılığını. Tutkuya, sinemaya, aşka, hatıralara (filmde bunlar eroin ile de sembol edilmiş bence) duyduğu bağımlılığı kendine has tarzıyla, naçizane anlatmış sanki.


Geçmişten, çocukluk günlerinden bir gülüş, kısacık bir an. Bir söz, bir duygu. Anlık ve masum bir şehvet anı. Bunları bir araya getiriyor. Ve sinemasını oluşturuyor Salvador. Ama aynı zamanda, kendisinin de söylediği gibi, bir noktadan sonra kendi hayatını da sinemasıyla oluşturuyor. Bu paradoks üzerine kafa yormak çok güzeldi film boyunca. Tutkusu hayatı olmuş. Bu tutkuyu hayata somut bir şekilde geçirememek, yani film çekmemek ona inanılmaz bir acı veriyor. Ve biliyor ki tek çaresi, her zaman yaptığı gibi acısını zafere dönüştürmek. Hayatını sinemaya dönüştürmek. Öyle de yapıyor sonunda. Ama bundan önce iyice bir kavraması gerekiyor. Hayatını ve hayatıyla iç içe geçmiş sinemayı, tutkuyu iyice hatırlaması gerekiyor.


 Filmin parmak bastığı nokta her Almodovar filminde olduğu gibi burada da çok güzel ve özeldi bence. Ama atmosfer kurmakta ve karakter yaratmakta diğer filmlerine  göre eksik kalmış gibi. Ayrıca öbür filmlerine kıyasla çok sönük kalıyor ne yazık ki. Diğer Almodovar filmlerinin aksine çok çok iyi denilebilecek ya da ikonik bir sahnesi de yok ne yazık ki...

Yorumlar