Elsker Dig For Evigt (2002) ve Dogme 95 Hakkında

 Ben Dogma 95 manifestosunun kurallarına göre çekilmiş her filme hayran kaldığımı fark ettim. Bence bir sanat eserinde estetik açıdan kusursuzluk ne kadar etkileyiciyse, sıradanlığı ve çirkinliğiyle tamamen gerçekçi bir seyir de bir o kadar etkileyici ve akılda kalıcı. Bir filmin içinde hiçbir şeyin filmlerde olduğu gibi olmadığı bir dünyayı izletmek sinemanın temellerine, genel seyircinin beklentilerine çok güzel bir darbe indiriyor. Tüm estetik zevkleri yıkıyor. Çünkü estetik herkes için değişebilir. Ama gerçek, doğal ve kusurlu olan belki herkes tarafından sevilmez ama herkes onun gerçekliğine inanır. Onu güzel ve etkileyici yapan kısmı da budur. Bu da şu soruyu tekrar sordurtuyor bana: Sanat gerçekçi mi olmalı, güzel mi?


 Filme gelecek olursak: Film yalnızca çekim olarak değil, senaryo olarak da oldukça gerçekçi. Karakterlerin hiçbirini aklama çabasına girmiyor, hepsinin hataları, zayıf noktaları, kötü zamanları var. Fakat yine de bu, karakterleri yerdiği anlamına gelmiyor. Aynı şekilde film aşk kavramını da ne yüceltiyor ne de yeriyor. Kısacası herhangi bir fikir beyan etmeden, yalnızca gerçekleri anlatıyor. Çekimlerinde nasıl estetik olarak bir karar vermiyorsa, senaryosunda da ahlaki ya da felsefi bir kanıya varmıyor.


 Aşkın ne kadar güzel hissettirdiğine dair çok güzel şeyler söylüyor. Sevdiğin kişiyle beraber olmanın, onu önemsemenin verdiği huzur hakkında konuşuyor film. Fakat aynı zamanda aşkın karanlık ve biraz da sinsi yanından bahsediyor. Aşkın nasıl koşullara göre yön değiştirdiğini, kaybolduğunu, gizlendiğini, her seferinde ağına düşürdüğü kişiyi nasıl kandırdığını da söylüyor. Sonunda bundan yorulan Joachim sevdiği kişiyi bırakıyor. Cecile'in aşkının savurganlığı, yarattığı acıyı durdurmak istiyor belki de.



 Ayrıca filmde geçen her aşk sözcüğünün gerçekten aşk anlamına gelip gelmediğini de sorgulamak gerek. Marie'nin Niels'e olan aşkı gerçekten bir aşk mı yoksa ona alışmış olmaktan mı kaynaklanıyor? Cecile gerçekten Joachim'e mi âşık yoka Niels'e mi? Film aslında açık olarak Joachim'e duyduğu aşkın daha içten olduğunu savunuyor. Ama sonunda Niels ile de aralarında kaçınılmaz bir çekim olduğu gösteriliyor. İşte bu da öncki paragrafta dediğim gibi aşkın bir şekilde yön değiştirdiği gerçeğine vurgu yapıyor.


 Aile içindeki iletişimsizlik, baba-kız ilişkisi, karı-koca ilişkisi de hikayesinin büyük bir parçasını oluşturuyor aslında. Çünkü Niels bir yanda aşkın getirdiği (ama biraz da ikiyüzlü olan) o mutluluk ve huzur; diğer yanda da ailesine duyduğu sevgi arasında sıkışıp kalıyor. Ve film diğer tüm zıtlıklarda yaptığı gibi hiçbir tarafı ne yüceltiyor ne yeriyor. İkisini de sıradan bir şekilde, abartmadan, göze sokmadan anlatıyor.
 Filmde çok etkileyici bulduğum bir diğer nokta ise hayatta yaptığımız planların ne kadar boşuna olduğunu izleyicisinin yüzüne tokat gibi çarpmasıydı. Ya da en azından duygulara, güzelliğe kapılmanın ne kadar anlamsız olduğu gerçeğini. Çünkü hayatta beklenmedik şeyler olabileceği gibi, kendi iç dünyamızın da ne kadar çabuk değişebileceğini söylüyor film büyük oranda.
Şimdilik bu kadar. Belki daha sonra Dogme 95 hakkında bir yazı yayınlarım. Hatta bir noktada da film dalgalarından, türlerinden bahsedeceğim bir yazı serisi yapmayı düşünüyorum.

Yorumlar