Ölüm Üçlemesi

Ölüm sayesinde birbiriyle kesişen bu birbirinden karanlık karakterlein hayatlarının ağırlığını seyircisinin üstüne bindiren, boğan, ezen, hapseden üç filmlik bir seriden bahsedeceğim. Ölüm üçlemesi: Amores Perros, 21 Grams ve Babel.


"Kaç hayat yaşarız? Kaç kez ölürüz? Ölüm anında hepimizin 21 gram kaybettiğimizi söylerler. 21 grama kaç yaşam sığar? Ne kadarı kaybolur? 21 gram ne zaman kaybolur? Ne kadarı onunla gider? Geriye ne kadarı kalır?"




Amores Perros

Başlamadan bitmiş, belki de doğdukları anda kirlenmiş hayatlar... Korkunç, paramparça, şiddet dolu ama anlattığı insanlar için o kadar yabancı olmayan üç ayrı hikaye. Toplamda altı karakteri merkezine alıyor: Octavio, Susana, Daniel, Valeria, El Chivo, Maru.
 Henüz Octavio'nun umutlarını, tutkunu, saplantısını, hırsını izlemenin dehşet vericiliğinden kurtulamamışken Susana'nın ihanetine hak veriyoruz önce. Dövüştürülen, harcanan, sürekli çırpınan, kurtulsalar da mental olarak hiçbir zaman kurtulamayacak köpekleri izlerken Octavio'nun hayatla, şehrin pis sokaklarıyla, ihanetle, aşkla boğuşmasını izliyoruz bir yandan. Susana'nın bu boğuşmadan bıkmasına hak vermeden edemiyoruz.
 Güzel bir modelin yıkılışını izlemeye başlıyoruz daha sonra. Hayattan umudunu kesişini, hapsolmuşluğunu, yavaş yavaş, yaşarken ölüşünü izliyoruz. Kurtulmaya çalışıyor, bağırıyor, yardım istiyor, deliğe düşmüş köpeğinin aksine sessizce istiyor ama yardımını. Fakat istediği yardımın tam olarak ne olduğunu bilmiyor Valeria. Daniel ona yardım etmek için çırpınsa da çoktan örülmüş olan kader ağlarında usulca, parçalanarak yürüyorlar. Sonunda, var olamamanın yıkıcılığını büyük bir acıyla kabulleniyor Valeria.
 Octavius, Valeria ve Chivo kendi bölümündeki bir köpek tarafından simgeleniyor. Valeria ve evlerinin altında kalan köpeği, Octavius ve dövüştürdüğü köpeği ve Chivo ile Octavius'un (eski) köpeği arasında bariz bir paralellik var. Octavius'un yanındayken, dövüştürülen, öldürmek ve savaşmak zorunda bırakılan köpek Chivo'nun yanına geldiğinde artık tıpkı Chivo gibi hayatın sillesini yemiş, geçmişinden gelen yaraları olan, eline kan bulaşmış bir köpek. Chivo da artık yorgun lakin dönüştüğü kişiden kurtulamıyor. Köpeğin, Chivo'nun diğer köpeklerini öldürmesi, onun da dönüştüğü bu dövüş köpeğinin içine hapsolmuş olduğunu gösteriyor. Sonunda çareyi, birlikte, bu iki parçalanmış, canavarlaşmış ruh uzaklaşmakta buluyor. Şehirden. Ve şehrin getirdiği her şeyden. Bu sonla da aslında film kader dışında bir şeyi daha suçluyor sanki: toplumunun çarpıklığını, yozlaşmışlığını ve alt tabakanın düzen tarafından mahkum edildiği hayatı.


Aşkın, umudun, umutsuzluğun, ihanetin, ölümün, çaresizliğin, hataların, kazaların, tesadüflerin; üç insanın arasına örülen bir bağın  hikayesini güzel güzel anlatıyor film. Neredeyse görünmez bir bağ bu. Biz bir ekranın ya da beyaz perdenin arkasında olmanın rahatlığıyla zar zor seçebiliyoruz bu bağı. Ama aşklarını ihanetle kirletmiş olmanın, ya da umutlarına birkaç damla kan bulaştırmanın gölgesi altında yaşayan bu insanlar o karmaşa, kaos, acele ya da yavaş yavaş, acı vererek gelen yıkım yüzünden görmeyi başaramıyorlar.

21 Grams

 Üç ana karakterinin arasında inanılmaz zekice ve iyi yazılmış bir gerilim kuruyor. Sırasız anlatımı, araya kaynayan gelecekten görüntüler bu karakterlerin ve hayatlarının parçalanmışlığıyla örtüşüyor...
Diyalog ve karakter yazımı açısından en iyi film bu. Amores Perros nasıl senaryo kurgusu ve montaj olarak içlerinde en iyisi ise Senaryo yazımı, yönetmenlik ve sinematografi açısından üç film içinde en çok beğendiğim film bu oldu.
 Hayat devam eder mi? Kadere, tanrıya, hatalarımıza, pişmanlıklarımıza, geçmişimize ama en çok da ölüme rağmen devam eder mi hayat? İstesek de istemesek de devam eder. Aileni kaybetmişsindir ama dışarıdan bir ses duyarsın, “senden çok hoşlanıyorum,” ya da bir babayı ve iki küçük kızını ezersin ama bakman gereken bir eşin, iki çocuğun ve sorumlu olduğun bir tanrın vardır. Ya da ölmeyi beklerken yaşamışsındır aniden.



 Hayatlarına devam etmek zorunda kalan insanları anlatıyor film. Kaderi ve hayatı kontrol eden her ne ise, sonsuz olasılıklardan bir tanesini gerçek kılan tesadüf yüzünden veya tanrının planının bir parçası olarak hayatları önce bitiriliyor sonra da zorla devam ettiriliyor.
 Tanrı, kader, ihtimaller, tesadüfler, acı, intikam ama en çok da yas ve ölümü mercek altına alıp "hayatın" özüne iniyor film.

Babel

 Ölümden çok yaptıklarımızı, bunların sonuçlarını bu kez evrensel ve daha epik bir hikayeyle anlatıyor. Kendi yaşantımız üzerinde pek bir söz hakkımız olmadığını, şansın, tesadüfün veya kaderin hayatımızı pervasızca yönlendirdiğini ilk kez bu kadar güçlü hissettim bu filmi izlerken. Hiçbir şeyin kontrolüne sahip olmadığımızı, çünkü hareketlerimizin sonucunu asla bilemeyeceğimizi acımasızca çarptı suratıma bu film. Aralara serpiştirdiği ırk problemleri, sınıfsal farklılık hakkındaki mesajlarını da bazen göze sokmadan bazen de açık açık göstermekten geri durmuyor.
 Ama film çok fazla karakteri anlatmaya çalışırken bu karakterlerin arasında boğulmuş sanki. Senaryo kurgusu da ilk iki filmdeki kadar iyi değil. Birden fazla hikayeyi aynı anda yürütmekte o kadar başarılı olamıyor. Ne var ki bu hikayeleri kesiştirmekte oldukça başarılı.


Ayrıca Inarritu'nun son filmlerinde ayyuka çıkardığı yönetmenlikte "gösteriş merakı" ve kendini gereksiz ciddiye alma sorunsalı da bu filmde başlıyor belli ki.


Inarritu'ya yeni filmleriyle başlayıp sevmemiştim fakat bu üçlemeyi hem izlemek, hem üzerine düşünmek hem de hakkında yazmak inanılmaz bir deneyimdi.Harika üç tane film gerçekten.

Yorumlar