Tangerine ve biraz Uncut Gems

 Kendine bağlayan, nefes aldırmayan ustaca yazılmış senaryosunu, senaryonun ritmine ayak uyduran inanılmaz bir yönetmenlikle destekliyor Tangerine. Tangerine'de yaşadığım deneyimin benzerini en son Uncut Gems yaşatmıştı bana sanırım. İkisinde de yerinde duramayan bir kamera, geveze karakterler, aynı anda birden fazla diyalog yürütüp izleyicisini takip etmesi, o dünyaya girmesi için zorlama çabası var. İkisi de çoğu izleyici için tanıdık olmayan bir dünyanın içine izleyicisini atıp, daha önce hakkında düşünmediği, önemsemediği ama sokaktan, oradan buradan tanıdığı insanlarla empati kurmasını sağlıyor. Aynı ülke sınırlarında da olsa birbirlerinden apayrı, iki farklı dünyayı anlatıyorlar gerçi.


 Tangerine dünyada bir değer bulmaya çalışan kadınları anlatıyor. Kendilerini seviyorlar, kendilerini değerli buluyorlar ve kesinlikle güçlüler. Ama dünyanın geri kalanı tarafından sevilmiyorlar. Görmezden geliniyorlar veya gözlerini diken insanların tacizine uğruyorlar... En iyi ihtimalle. En kötü ihtimalle ise polisler tarafından aşağılanıyor, aynı zamanda sevgilileri olan pezevenkleri tarafından aldatılıyor, dayak yiyor, evsiz kalıyor, her zamanki yorucu günlerinin ardından sokakta sakince yürürken bir araba durup üstlerine sidiklerini fırlatıyor. Kendileri dışında birilerinden değer görmek için çırpınıp dururlarken, bir yandan da bu dünyada hayatta kalmaya çalışıyorlar. Ama doğduklarından beri biliyorlar ki bu dünya adil değil.
 "Dünya acımasız bir yer olabiliyor. Tanrı bana bir penis vermiş."

 Sin-Dee sevgilisinden bulabildiği değeri kaybetmenin verdiği korkuyu öfkesiyle ve çıkardığı olaylarla örtmeye çalışıyor. Alexandra bir barda şarkı söyleyebilmek için barın sahibine para veriyor. Belki bir çeşit umut taşıyor içinde. Onu gören bir kişiyi etkileyeceğine ya da öylesine, etkilenilmeden yapılmış alkışlamaların arasında değer bulacağını düşünüyordur belki de...


 Filmin sonunda gün boyunca kendisini aldattığı için Chester'ı arayan ve Dinah'ı hırpalayan, yorulmuş, bitkin, kırgın olan Sin-Dee, Chester'ın aynı zamanda Alexandra ile de yattığını öğrenince haliyle yıkılır. Değer gördüğünden ve önemsendiğinden emin olduğu, güvendiği belki de tek kişi de artık ona ihanet etmiştir. Arkasını dönüp uzaklaşmaya başlar. Film boyunca sakin olan sayılı anlardan biri de budur. Fakat bu sekans duygusal olarak oldukça yüklüdür. Filmin başından beri Sin-Dee ile birlikte yürüdüğümüz bitmek bilmeyen yol, duyduğumuz o gürültü, boğuştuğumuz o karmaşa anlamsızlaşmıştır çünkü. Bu yoğun anda Sin-Dee'nin transfobik bir saldırıya uğraması onu daha da yalnızlaştırabilecekken yine de Alexandra koşar yardımına. Sin-Dee'nin kafasından üstüne sidik bulaşmış peruğu çıkarıp kendisininkini verir, kıyafetlerini çıkarır, elinden geldiğince temizler. Yine birbirlerinde bulurlar huzuru ve başka kimseden bulamadıkları değeri.


 Uncut Gems de tıpkı Tangerine gibi hızlı temposuyla bizi bu para odaklı, dengelerin hızla değiştiği, en az Tangerine'deki sokaklar kadar hatta belki de daha tehlikeli bir dünyanın ortasına koyuyor izleyicisini. Seyirci sürekli konuşan kişilerin değiştiği diyalogları takip etmeye, yerinde duramayan aceleci kameranın doğallıkla gösterdiği görüntüleri yakalamaya çalışırken bir bakıyor Howard'ın dünyasının içinde kaybolmuş. Tangerine de aralara serpiştirilmiş sakin ve mola tadındaki kısa sahneler tek bir sahne dışında yok. O da aile yemeği sahnesi ki o sahnede de zaten gizliden gizliye sezilen bir gerilim kuruluyor.
 Hiçbir zaman durmayan, dinlenmeye olanak tanımayan, kirli, rahatsız edici ve heyecanlı tempoyu izleyicisine yaşatarak bir taşın peşine takılıp bin türlü badireler atlatan bir adam üzerinden sürekli yer değiştiren, iki yüzlü (maddi anlamdaki) değer kavramının acımasızlığını anlatmayı hedefliyor.
 Son söz olarak özetlemek gerekirse nasıl yazıldığına akıl sır erdiremediğim iki filmden bahsettim. Aslında bu hızlı ritim kullanılırken çok farklı şeyler amaçlanmış iki filmde. Tangerine sonundaki o huzur anına ya da "mutlu son" anına bir çeşit altyapı kurmayı amaçlarken Uncut Gems filmin sonunda bile bir rahatlama hissi uyandırmaktan şiddetle kaçınıyor ve tüm ana mesajını da senaryosunun bu yapısıyla yani biçimiyle vermeyi başarıyor.

Yorumlar