Mommy

Dolan'dan izlediğim üçüncü film oldu Mommy. Laurence Anyways beni çok etkilemişti ve Dolan'ın diğer filmlerini izlemek için sabırsızlanmıştım. Ama I Killed My Mother'ı izleyince hayal kırıklığına uğradım biraz. Gerçi 19 yaşında çektiği için hatalarını görmezden gelebiliyordum ama Laurence Anyways'den sonra gözümde çok büyütmüştüm sanırım. Öyle ya da böyle IKMM'dan sonra biraz soğumuş, daha doğrusu arama mesafe koymuştum Dolan filmleriyle. Yine de kariyeri ilgi çekiciydi ve izlemek istiyordum. Ve sanırım genel olarak herkesin en beğendiği Dolan filmi olan Mommy'i izledim.


 Gereksiz uzattığım girişten sonra film hakkındaki görüşlerimden bahsetmeye başlayabiliriz. Film üç ana karakter üzerinden ilerliyor. Fakat asıl odaklandığımız karakterler Steve ve annesi Dia. Steve hiperaktiviteden muzdarip, şiddete eğilimli, babasını üç yıl önce kaybetmiş bir genç. Dia ise Steve'in kıt kanaat geçinen, mükemmel olmayan, "kutsal" anne tanımına uymayan annesi.
 Steve ve Dia'nın arasındaki sorunlu, sağlıksız, tekinsiz ilişki aynı zamanda sevgi dolu. İletişim kuramıyorlar, birbirlerine çok öfkeliler, kavga ediyorlar ama Dia'nın da dediği gibi "Annelerin bir gün uyanıp da çocuklarını sevmeyecekleri gün yoktur."
 Bu belki anneliğin laneti. Ama bu böyle. Her anne çocuğunu sever. Steve bunu belki biliyor ama sürekli teminatını istiyor Dia'nın sevgisinin. Çünkü tabii ki kendisi de yaptığı şeylerin ne kadar kötü olduğunu biliyor.


 Biz bile, izleyici olarak bir bağ kuruyoruz, büyük bir sevgi duymakla birlikte Steve'den korkuyoruz. Yaptığı her şey bizi geriyor. Sürekli tetikte oluyoruz. Ama bu ona karşı sevgi duymamıza engel olmuyor. Ona karşı sürekli kızıyoruz, hareketlerinden dolayı sitem ediyoruz ama bu onu sevmemize mani değil. Bizim hislerimizin aynısını Dia yaşıyor. Hoş, Dia'nın öfkesi de sevgisi de bizimkinden çok daha büyük.
 Steve de Dia için benzer şeyler hissediyor aslında. Annesine tapan bir çocuk Steve. Ama yine de onu kırmadan edemiyor. Ona bağırıyor, küfrediyor, hatta vuruyor. Bunları yapmasının nedeni iletişim kuramamaları gibi geliyor bana. Konuştuklarında, iletişim kurmaya çalıştıklarında başarısız oluyorlar. Sevgilerini aktarmakta ikisi de devamlı yetersiz kalıyor. Böyle düşündüğümüzde Steve'in, annesinin ağzını elleriyle sıkı sıkı kapatıp "dudaklarından" öptüğü sahne daha da dramatik bir anlam kazanıyor.


 Üçüncü karakterimiz ise Suzanne Clement tarafından canlandırılan Kyla. Genelde Mommy gibi merkezine ikili ilişkileri alan filmlerdeki üçüncü karakter seyirciyi temsil eder. Sönük karakterli, hareketleri önceden tahmin edilebilen karakterler olurlar. Evet, Kyla da çoğu zaman seyircinin kendisini yerine koyduğu -daha- güvenli bir liman ama her dakika biraz daha tanıyoruz onu. Steve ve Dia ile kurduğu güçlü, temelleri sağlam ilişki hikayeye doğrudan etki ediyor. Ve Dolan bu ilişkiyi kesinlikle baştan savma yazmamış. Aksine, en az Dia ve Steve'in ilişkisi kadar incelikli, etkili yaratmış Kyla'nın bu ana-oğul ile olan ilişkisini.
 Ayrıca Kyla bizi devamlı şaşırtıyor. Belli bir rotada, sınırlı karakteri üzerinden ilerlemiyor hareketleri. Kısacası "üçüncü karakterler"in bahtsızlığını paylaşmıyor. En az iki ana karakteri önemsediğimiz kadar önemsiyoruz Kyla'nın mutluluğunu, yalnızlığını, korkusunu, mutsuzluğunu, sıkışmışlığını.


 Teknik açıdan, özellikle renk kullanımı ve sahne kompozisyonları çok başarılı. Her sahne ayrı ayrı estetik gözüküyor. Filmin en ilginç yanı da 1:1 kadraj oranıyla çekilmiş olması. Bu inanılmaz doğru bir tercih. Çünkü film karakterlerin içine girmemizi, kendimizi onların yerine koymamızı istiyor. Etraflarındaki objeler ya da bulundukları ortam önemsiz. Dolan'ın bu yöntemi kullanmasının bir diğer nedeni de karakterlerin sürekli boğucu bir ruh halinde yaşadıklarını anlatmak. Dolan, karakterlerimizin mutlu ve özgür oldukları dört dakikalık bir sekansta bu durumu kırıyor. Hatta bunu Steve'in elleriyle yapıyor.
 Filmin 16:9'a geçiş yaptığı bir diğer sahne de Dia'nın kurduğu hayal sekansında yaşanıyor. Bir anlığına, bir kırmızı ışık süresinde hiç yaşayamayacağı mutlulukları yaşıyor Dia. Ve yeşil ışık yandığında yaşayabileceği tüm o güzel anları geride bırakıp ilerlemek zorunda kalıyor.
 IKMM'da hoşuma gitmeyen en büyük şeylerden biri Xavier Dolan'ın her on dakikada bir araya klipler yerleştirmesiydi. Neyse ki bu filmde öyle bir hataya düşmemiş. Yine bu tarz sahneler var ama bu kez gayet dozunda. İzleyiciyi filmden koparmıyor kesinlikle. I Killed My Mother'ın kurgusundaki ve yönetmenliğindeki oturmamışlık da gitmiş. Artık karşımızda ne yapmak istediğini bilen, yeteneğini ustaca kullanan, çok daha olgun bir yönetmen var belli ki.

Yorumlar